irem bağları,
Cennete benzetilerek yapılan bahçe. Efsanevi bahçe. Yalancı cennet.
Efsanelerde, masallarda ve edebiyatta adı geçen mutluluk simgesi olan şehir veya bahçe.
Ad kavminin kralı Şeddad tarafından cennet bahçelerine benzetilerek yaptırılan bir bahçenin adı, daha çok bağ-ı irem şeklinde geçer. Şam' da ya da Yemen' de olduğu söylenen ve cennete benzetilerek yapılan bahçe İrem bağı. Şeddâd' ın cennete güya nazire olmak üzere bina etmiş olduğu bir saray, yahut bir şehir. Alemde misli görülmemiş olan bu saray, yahut şehir, en dil-rüba bağları, bahçeleri muhtevi olmakla lisanımızda bağ-ı irem tabiriyle yad olunur. Aden cihetlerinde olduğunu rivayet ediyorlarsa da, Şam ve yahut İskenderiye şehirlerinden biri olduğunu diyenler de eksik değildir.
Hazret-i Muâviye zamanında Abdullah bin Kilabe adında bir şahsın devesi kaybolmuştu. Abdullah devesini ararken, olağanüstü bir bahçe gördü. Duvarları cevherlerden örülmüştü. Gözlerine ve gördüklerine inanamıyordu. O cevherlerden bir miktar aldı ve Hazret-i Muâviye’ye getirdi. Başından geçenleri de bir bir anlattı.
Hazret-i Muaviye, Abdullah’ın getirdiği cevherleri inceledi. Binlerce yılın tozunu toprağını üzerinde taşıyan cevherler işe yaramaz olmuşlardı. Ateşe koydular. Yandıkça misk ve amber kokusu geldi. Bu kokudan anladılar ki, cevherler İrem Bağına aittir. (İrem Bağı, Hud Aleyhisselâm zamanında Ad Kavminin reisi olan ve Hud aleyhisselama inanmayan Şeddad bin Ad’ın, “Yâ Hûd! Senin ilahın o dünyada yaptığı Cennetle öğünürse, ben de bu dünyada bir cennet yapayım ki, onun Cennetinden daha şâhâne olsun!” diyerek dünya servetini dökerek yaptırdığı bir bahçedir.
Hazret-i Muâviye derhal Abdullah’ın yanına bir ekip verdi ve tekrar İrem Bağına gönderdi. Ne kadar cevher varsa alıp getirilmesini emretti. Fakat Abdullah ve arkadaşları ne kadar aradılarsa da, İrem Bağını bir daha bulamadılar. Bu sırada Hadramut şehrinin kadısı olan Gufl bin Azle, hazreti Muaviye’ye “Ben babamdan şöyle işittim ki, Hadramut şehrinin gün batısı tarafında bir mağara vardır. O mağaranın kapısı denize açılır. Şeddâd’ın kabri o mağaranın içindedir” dedi. Bu defa bahsedilen mağaraya bir grup gönderildi. Bunlar, mumlar yakarak bu mağaraya girdi. Burada taştan kesilmiş geniş ve yüksek bir ev vardı. Evin içine girdiler. Taştan bir taht üstünde bir adamın yattığını gördüler. Üstüne de altın yaldızlı bezden dikilmiş bir kaftan örtülmüştü. Anladılar ki, burası Şeddad’ın kabriydi. Yanında bir altın levha gördüler. Levhada şunlar yazıyordu:
“Benden ibret alasınız!”
Ey ömür uzunluğuna mağrur olanlar! Ve ey şevketine ve kuvvetine inananlar! Ve ey mülk çokluğuna ve asker gücüne dayananlar! Bilesiniz ki ben Ad oğlu Şeddad’ım! Kuvvetime ve malıma dayanırdım. Dünya mülkü benimdir sanırdım. Cihan padişahları benden korkularından emrime boyun eğerlerdi! Hud aleyhisselam geldi. Bizi azgınlık içinde buldu. Bizi dinine davet etti. Fakat biz kuvvetimize güvendik de, onun sözüne itibar etmedik. Ona asi olduk. Sonunda gökten bir hışım indi. Ordumu da, beni de helak etti. Halimi göresiniz. Benden ibret alasınız!